Çözgü ve atkısı yün yapağıdan eğrilmiş iplikten, havlı ve düz renkte, sade, tok ve her zaman çok aranılan bir kumaştır.
Kelime anlamı ‘yünlü dokuma, yünlü dokumadan yapılan giysi’ olan çuha, yüzyıllar boyunca hem yerli olarak üretilmiş, hem de ithal edilmiştir. Çuha, çoğunlukla cepken, yelek, çakşır, kaput gibi erkek giysilerinde kullanılmıştır. Avrupa’dan İngiliz ve Fransız tüccarlar tarafından ithal edilen kumaşlar, deniz yoluyla İstanbul’a taşınıp çuhacı esnafına devlet kontrolü ile satılmaktaydı. Böylece çuha ve çuhadan yapılmış elbiselerin satışında haksızlığın önüne geçilmekteydi.
Öte yandan askeri giyimde kullanılan çuha ihtiyacı da yeniçeriler döneminden bu yana belirli sistemlere bağlanmıştı. Başta yeniçeriler olmak üzere, bütün ‘kapıkulu’ askerlerine kişi başına 10 ‘arşın’ çuhadan oluşan bir kat giyim verilirdi. Selanik’te dokunan mavi renkli bu asker çuhaları, İstanbul’da Beyazıt’taki Darphane’nin bulunduğu ‘Simkeşhane’deki ambarlarda bulundurulmaktaydı. Askere çuha dağıtımı, bir gelenek olarak her yıl ramazanda kadir gecesi başlar, üç gün sürerdi. Görevleri İstanbul’a uzak olan yerlerdeki askerlere de çuha yerine para olarak değeri ödenirdi. Bunun adı ‘Çuha beha’ idi. Ayrıca çuha ile birlikte astarlık bez, sarıklık tülbent ve donluk, gömleklik bez dağıtılırdı.
Yüzyıllar boyunca, şehir ve kasaba delikanlıları arasında da bir kat çuha elbiseye sahip olmak bir olaydı. Hatta yaşlı, dul, zengin İstanbul yosmalarının, yalın ayaklı, yarım pabuçlu, kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün ve bıçkın takımında delikanlıları elde etmek için, onlara bir elmas ‘gül yüzük’, gümüş yahut altın ‘koyun saati’ armağan edip bir de mutlaka çuha elbise ‘kestirip diktirdiği’ bilinmektedir.
Çuha üretimi açısından ülkenin geleneksel sanayi ile Avrupa’daki sanayi devriminin yeni ve kaliteli ürünleri arasında daima bir rekabet bulunmaktaydı. Yerli olanlar genellikle Ankara, Tosya, Koçhisar ve Selanik’ten sağlanmaktaydı. Avrupa kaynaklı olanlar ise İngiliz ‘Londra’, Fransa’nın Paris ve Carcassone bölgesinde üretildiği için ‘Karkaşone’, İtalya, Floransa’dan gelen ‘Florentin’ olarak iç piyasada bilinmekteydi.
Aslında bu büyük ticaretin geniş ve çok yönlü bir düzenlemeyle gerçekleştirilmiş olduğu anlaşılıyor. Örneğin; Fransız olanın İngiltere’de, Hollanda malı olanın birçok ülkede taklit edilerek ithal edildiği bilinmektedir. 18. yüzyıl başlarında, ‘Carcassone’ da, büyük bir kısmı Doğu Akdeniz için üretim yapan 33’ü çok önemli boyutta, 150 çuha fabrikası bulunuyordu.
İngiliz’lerin ‘Londura’ çuhası 17. yüzyılda ‘Londrine’ adıyla Hollanda’lılar tarafından taklit edilmiş, 18. yüzyıldan sonra ise bu isim Fransız’lar tarafından da kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Avrupa’dan ithal edilen çuhalar bu markalar dışında ayrıca ‘parangon’, ‘vidal’, ‘karziyye’, ‘karınca ayağı’ gibi isimlerle tanımlanmaktaydı.
Çuhalarda dokuma tekniği ile ilgili olarak ‘çile’ deyimi kullanılmıştır. Çile, bir dokumacılık terimidir ve ‘kamış taraklarda her 40 diş bir çile’ anlamına gelmektedir. Çile sayısı ile 40’ın çarpımıyla toplam tarak dişi sayısı bulunurdu. Her dişten bir veya daha fazla tel geçirilebildiği için, kumaş seyrek veya sık olabiliyordu. Örneğin; 17. yüzyılda, 70 çilelik çuhaların, 60 çileye göre daha pahalı olduğu belgelerden izlenebilmektedir