19. Yüzyılda Osmanlılar’da Moda
Türkler’de geleneksel kadın kıyafetlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batılı giyim-kuşam tarzının etkilerine açıldığı, yüzyılın son çeyreğinde, neredeyse tümüyle Avrupalılaştığı görülür.
Kadın giyimindeki bu değişiklik birdenbire olmamış, bir geçiş dönemi yaşanmıştır. Gerçekten de anılan tarihi süreç içinde, kadın kıyafetlerinin geleneksel, Batı etkili, ve tümüyle Batı tarzında olmak üzere, üç evreden geçtiği izlenmektedir. 1854 yılında kadın giyim kuşamının henüz geleneksel özelliklerini koruduğu, yalnızca bazı aksesuarların Avrupalılaştığı anlaşılmaktadır. 1873-1874 yıllarında kadın kıyafetlerinde tamamen Batılılaşma görülmektedir.
Avrupalılaşma hareketi, 19. yüzyılın ikinci yarısında birden bire ortaya çıkmamıştır. Osmanlı toplumu 17. yüzyılın sonlarından itibaren Batı etkilerini almaya başlamıştır. İmparatorluğun Batı’ya açılışı, başlangıçta daha çok teknik ve siyasal zorlamaların sonucunda olmuştur. Batının ilerleyen teknolojisi, özellikle askeri alandaki ilerlemeleri,. Osmanlıları ister istemez Batıya açılmaya zorlamıştır.
Bu yıllarda başlayan dışa açılmanın etkileri, giderek toplumsal yaşamda, sanatta, günlük yaşam biçiminde ve giyim-kuşamda da kendini hissettirmeye başlamıştır. Bu arada, Avrupalıların da Doğu’nun esrarlı yaşamına duydukları merak ve ilgi Osmanlı ülkesiyle aralarındaki teması artırmıştır. Böylece Osmanlıların Batı’ya açılma eğilimi ile Batı’nın Osmanlı ülkesini daha yakından tanıma isteği, bu alışverişin iki yönlü gelişmesini sağlamıştır. Osmanlı etkisi yalnızca kadın giyim kuşamında kendini göstermemiş, özellikle ticari ilişkileri oldukça yoğun olan Fransa’da edebiyat, müzik gibi sanat dallarına da uzanmıştır. 18. yüzyılda Paris’te başlayan, giderek İngiltere, Hollanda, Danimarka ve İsveç gibi diğer Avrupa ülkelerine de yayılan Türk modasına “Turqueri” adı verilmiştir.
19. yüzyılda Batılı sanatçıların Doğu’ya bakış açılarının da değiştiği gözlenmektedir. Bunlar, yeniliği Doğu’da aramaya koyulmuşlardır, bunun sonucunda bir “Orientalizm” akımı doğmuştur. Türk kostümleri içindeki kadınlar Batılı ressamları yine etkilemeye devam etmiş, 19. yüzyılın sonunda etkinliğini yitirmişse de, Doğu giysileri içinde veya haremde kadın motifi 20. yüzyılın ilk yarısına kadar işlenmeye devam etmiştir.
III. Ahmet’ten sonra gelen yenilikçi sultanlardan biri de III. Selim’dir (1789-1807). 1793 yılından başlayarak, Avrupa’ya devamlı elçi gönderen hünkar, Batı sanat dallarına büyük ilgi duymuştur. Avrupa’da Jakar adındaki mühendisin bulduğu kumaş cinsinin 1786’dan sonra dokuma sanayiinde seri üretime geçmesi de bu döneme rastlamaktadır. Osmanlı ülkesinde, o yıllarda adı duyulmaya başlayan Selimiye kumaşı, kısa zamanda büyük rağbet görmüştür. Bu kumaşın, sultan III. Selim’in emriyle yerli üretimi güçlendirmek üzere 1804’de Selimiye Kışlası civarında dokunduğu tahmin edilmektedir. 18. yüzyıl sonu ve 19. Yüzyılın başlarında, kadın ve erkek kıyafetlerinde Selimiye kumaşından yapılmış kaftanlar modadır; bu kaftanların da Avrupa’dan getirilen harç ve dantellerle süslendikleri görülmektedir.
II. Mahmut döneminde askeri kıyafette yapılan değişiklikler, bir süre sonra sivil halkın kıyafetlerine de yansımıştır. 1828’de Şubara yerine Fes giyilmeye başlanmıştır. Batı tarzı giyim- kuşama ilgi artmıştır.
Sultan Abdülmecid (1839-1861} döneminde, Batılılaşma’nın bir devlet programı olarak benimsendiği görülmektedir. 1839 Tanzimat Fermanı, bu alandaki kararlılığın, gerek Osmanlı ülkesine, gerek dünyaya ilanıdır. Devlet yapısındaki değişikliklere paralel olarak, özellikle saray çevresinde ve üst tabakalarda, .yaşama biçimi de değişmiş ve Batılılaşmış’tır.
Geleneksel Osmanlı kadın kıyafetlerindeki Batılılaşma sürecinin 1850-1870 yıllarına denk düşen geçici dönemi ile 1870’den sonrasının tümüyle batılılaşma dönemine ilişkin örnekleri Topkapı Sarayı koleksiyonunda bulunmaktadır. Ne yazık ki bunların sayıları fazla değildir, ve çoğu da satın alma yoluyla koleksiyona katılmıştır. Bu yüzyılda padişahın bütün yasaklarına rağmen, gülkurusu, pembe, eflatun fıstıki ve al ferace mesire yerlerindeki arabalardan bahar çiçekleri gibi görünmeye devam etmiştir. Bu gül kurusu ipekli ferace de Avrupa modasının Türk zevki ne göre uydurulmuş şeklidir.
Sultan Mahmut devrinde, beyler, paşalar Avrupa modasını takip edip sırmalı üniformalarını nişanlarla süslerken, sivil elbiselerinin dubleli paçaları, yüksek yakalarının altındaki Jabo usulü boyunbağları ile gündelik hayatlarını kısmen Batıya uydurmaya çalışmışlardır. Modaya erkeklerden evvel kendilerini kaptıran hanımlar da Beyoğlu’nun Levantine terzilerine Paris modasına uygun elbiseler diktirip o zaman henüz meydana çıkarı Ampir mantoları ferace haline getirmek için zekâlarını kullanmışlardır. Geniş kabarık Avrupa eteğinin üstüne, ilk Türkmenler’den kalma üç kırmalı yakayı, arkadan yerlere kadar uzanarak
Türk geleneğiyle Avrupa modasını uzlaştırmışlardır. Uzun saplı dantel şemsiye, Mahmudiye fesi boyunda hotoz, ince papaziden yaşmağın altında muhteşem bir gerdanlık kullanılmıştır, Bürümcük elbiselerin kol ağızları bileklere kadar indiği için kısa bir eldiven kullanılmıştır. 19. yy’ın sonlarında, kadınların başlarına giydikleri hotozun boyu kısalmıştır. İpek kumaştan yapılan, vücuda iyice oturan, yaka ön ve kol kenarları dantelle süslenen feraceler giyilmiştir. Feracenin içine giyilen elbisenin etekleri de dantellerle süslenmiştir. O dönemlerde kadınlar, ellerinde dantelden yapılmış şemsiyeler taşımışlardır. Yaşmakları ile yüzlerini kapatmayarak ellerindeki şemsiyelerle yüzlerini gizlemeye çalıştıkları görülmektedir.
İlk çarşaf, Abdülhamit zamanında 1892’de çıkmıştır. Ampir modasının düşük omuzlarına pek uygun gelen ferace, daha sonra Avrupa’da moda olan kabarık kollara uymamıştır. Avrupalı kadınlar da kısa kaplan giymeye başlamıştır. Daima Avrupa modellerini, takip eden İstanbul hanımları, bu kaplan görünce içteki elbisenin kabarık omuzlarını başka türlü hiçbir şeyin bundan daha iyi muhafaza edemeyeceğini görmüşler, o sırada Bağdatlı Arap kadınlarının giydiği çarşafı, Avrupa usulüne göre düzeltip şapkalara takılan tüle benzettikleri peçeleri, yüzlerine örterek yepyeni bir sokak kıyafeti icad etmişlerdir. Çarşafa ilk giren genç kızlar, daha çok açık renk çarşaf giymişlerdir. Kızlar büyüdükçe çarşafın rengi koyulaşmaktadır. Peçeler, en ince tülden en kalın krebe kadar çarşafı giyenin muhitine göre değişmiştir. Peçenin rengi önce sadece siyahken, meşrutiyetten sonra çarşafın rengine göre değişmiştir. Çarşaflı kadınlar ellerinde çantalarıyla birlikte şemsiye taşımışlardır. Modaya uyan kadınlar, peçelerini pek kapamayıp, yüzlerini şemsiyeleri ile göstermemeye çalışmışlardır.
Türkler’in geleneksel kadın kıyafetlerinin 19.yy’ın ikinci yarısından itibaren Batılı giyim kuşam tarzının etkilerine açıldığı, yüzyılın son çeyreğinde ise neredeyse tümüyle Avrupalılaş’tığı bilinen bir gerçektir. 18. yy. sonu ve 19.yy başlarında Osmanlı sarayında kadın ve erkek kıyafetlerinde Selimiye kumaşından yapılmış kaftanlar modadır. Bu kaftanlar, Avrupa’dan getirilen harç ve dantellerle süslenmiştir. Bu dönemde, renk ve desenler de 16. ve 17 yy.’dan farklıdır. Bu yüzyıllarda desenlerde kırmızı, mavi, yeşil siyah gibi az ve temel renklerin birbirine zıt olarak kullanılmasıyla ahenk sağlanmıştır. Bir terzi defterinden alınan bilgiye göre, güveyzi, leylaki, çürük vişne, fındıkî pembe, çağla rengi, beyaz, lacivert, kanarya sarısı, kibritin kahverengi gibi renklerin kullanıldığı ve ana renklerin tonlamasıyla desenlere derinlik verildiği anlaşılmaktadır. 19.yy’ın sonunda, zenginlerin ve modaya uygun giyinenlerin ferace altına giydikleri elbiseler, o devirde Avrupa’da giyilmesi adet olan ağır tuvaletlerin benzerleridir. Bunlar beli dar, belden aşağısı kabarık, uzun, geniş, yerlere sürünen elbiselerdir. Etekler iki üç sıra püsküller, danteller, aplikelerle gayet yüklüdür. Belde çok enli bir kumaş, arkada kocaman bir fiyonk şekline girip uçları aşağı sarmaktadır. Dekoltesi açıktır